Yaşamak-Ölmek Ve İkisi Arasında Debelenmek

         
         Ne var hiç büyümesem. Acılara alışarak büyümesem ne olur sanki? Uzamasa, çıkmasa sakallarım. Aşkı mesela hâla sadece iki insanın dudaktan öpüşmesi zannetsem. Bozulan ben değil de hayatın düzeni olsa ne olur sanki? Ama olmaz, illa büyüyecez, çekecez illa acıları. İsyan etsek mesela, ayaklansak tüm dünya derbederleri. Ne derler? Anarşist aşık mı, aşık anarşistler mi? Hangisini layık görürler bize. Acıya isyandan, barışa sevdadan asarlar mı mesela bizi?
Ben büyüdüm. Sesim kalınlaştı. Sakallarım çıktı. İnsanlar daha bir farklı bakmaya başladı. Ben büyüdüm ve büyüklüğümün bunlarla hiçbir ilgisi olmadı. Canım yandı. Yaşamayı bildim ya da zorla öğrendim. Toprağı farkettim. Toprağın bize verdiklerine ve aldıklarına şahit oldum. Evet ben büyüdüm ve büyümeye devam ediyorum çünkü acılar ve alışmalar gün geçtikçe bana bir şeyler öğretiyor. Acılar insanları olgunlaştırır derlerdi    de, acı insanı üzmekten başka ne işe yarar derdim. Sonra öğrendim. Acılar insanları önce harmanlar sonra çalkalar en son olgunlaştırırmış. Yüzüne bir ağırlık verirmiş insanın. Silermiş tüm sahte gülümsemeleri hayatın kenarından. Büyümek mesela, illa bir aile geçindirmek değilmiş. Para kazanmak, harcamak değilmiş büyümek. Büyümek olgunlaşmakmış. Bedenen ve ruhen olgunlaşmak. Büyümek bir anda olmazmış. Zaman gerektirirmiş.

Ben hep büyüdüm sandım. Yaşadığım her acıda artık tamam bu iş dedim. Ve ne zaman bunu desem bir süre sonra hayat biraz daha büyüttü beni. Önce küçük bir çocukken, hep merak ettiğim ölüm gerçeğini vurdu yüzüme. İlk kez o an düşündüm gerçek sandığım her şeyin yalan olduğunu. Bize öğretilen çoğu şey birer kalıptı sadece. Kalıplaşmış, zaman içinde daha da olgunlaşmış birer oluşumdu bunlar. Oysa gerçek yani var olan iki gerçekten sonuncusu, gelipte kapıyı çaldığında, kişi o soğuk, çamurlu, dar ve sonsuz karanlıktan tek başına geçiyordu. Ve hayat her bir bedende tek başına can buluyordu. Bir sarmalın birer parçası olmak öğretildi hep bize. Bir zincirin halkası olmak. İnsan olmak sorumluluğu öğretildi bize diğer insanlara karşın. Benim bildiğim bir halatın bir yerindeki sarmal koparsa, zaman içinde o halat da kopardı keza zincir bir halkası eksik olduğunda eski kuvvetine kavuşamazdı. Ama ölmek bunca çoğul şey arasında tek başına yalınlığıyla sırıtıyordu insanın ruhana ruhuna.
Bu gerçekle başkasının vücudunda tanıştığımda tam 14 yaşındaydım. Hayatımın hiçbir evresinde yaşımı benimsememiştim. O evresinde de benimsemeyecektim.
Daha sonra zaman kavramını öğrettiler, alışmışlıklarla tanıştım. Acıya alışmışlıklarla. Acıyla yaşamayı öğrettiler. Hep en büyük acı bende sandım. Çünkü bir çocuğun dünyası hayatından ibaretti. Ve benim şirazem çoktan yörüngesinden çıkmıştı. İnsanlar tanıdım, zamanım olursa daha binlercesini tanıyacağım. Her karşılaştığım insana kendimden bir şeyler ekledim içten içe. Bir anlam olmalıydı, çünkü tesadüf en büyük yalanıydı bu dünyanın. Her şeye uydurulabilecek muntazam bir kılıftı. Açıkçası ilk başlarda her ruhum daraldığında, her çıkmaza düştüğümde ölmek çok cazip geldi. Ölmeyi bekleyecek kadar büyüdüm sandım. Sonra anladım. Kaçmak, büyümek demek değildi. Oysa ben hep oldum sanmıştım.
     Hayatım bu şekilde oldumlarla, olacamlarla geçiyordu ki bir gün geldi. Bütün duvarları yıkabilecek güçte bir gün. Silsile şeklinde bu günü takip eden günler. Bir hastane odasında, çevremde saçma cihazlar ödüm patlamış vaziyette nokta virgül hiçbir şey yok tüm kurallar kaybolmuş öyle dakikalar ki dünyada her şeyin yerini ümit almış ve çaresizlik sızıntısı var odada büsbütün. Beyaz önlükler, acımasız iğneler. Sıkıntı bu sefer dermandan birkaç tık uzakta. İçime çektiğim her havada ağlayasım var. Hüngür hüngür ağlayasım. Büyümedim lan ben, çocuğum diye haykırasım var. Öğretildiği usulde çaresizim. Hayatım birkaç elektronik aletin dilinin ucunda. Ben öyle saçma sapan uzanmakta. O beyaz önlüklünün diş tellerini de hatırlıyorum. Hatta şu saçma götü başı açık hastane önlüğü giymişim, terden gözbebeklerim buğulanmış. Bir de hemşire tepemde çırpınıyorum hem ölmemek için hem de oramı buramı görmesin diye. Yine kalıp inanır mısın az kalsın ölecem ve hala kalıpların esiriyim. Ben stresten kendimi bitiriyorum, sonra bizim önlük bey çekip gidiyor. Biliyorum ruhunuzu sıktım ama. Yaşamak, büyümek, hayat bu lan işte. Cafcaflı sözlerdeki gibi değil hayat. Saçma sapan triplere benzemiyor. O arada seni tokatlıyor, sen öldüm sanıyorsun ya. Bir gün bu hayat denen götveren sana bir tekme atıyor. İşte o zaman anlıyorsun. Ebeni ebenden geri kalanları falan...

Ben büyümekten kaçmak istiyordum ve hayat bana adeta nispet yapıyordu. O gün o odada; yalanı, gerçeği ve kısaca yaşamayı öğrendim. Bir tanı yoktu ortada ama sırtımı da sıvazlamadı kimse iyisin diye. Araf çizgisini çektiler, her bir ayağım bir tarafında, bide sırtıma bindiler hadi dediler. Koş. O saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ben buna en büyük kefildim. Ve yaşamak nefes alıp vermek demek değildi. Hayat At gibi yarışmanızı gerektirecek bir şey değil. Yaşamak inandığınız en büyük şey ne ise, onun size verdiği tek gerçek hediyeydi ve ölüm bu gerçeğin içindeydi... 


                                                                                                                                Batuhan GEDİKLİOGLU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolun Sonunda Ne Var?

Sabır Demiş Dedeler!

Elleri Ellerindeymiş